Hipnozun Uygulanmaması Gereken Haller
HİPNOZUN KONTRENDİKASYONLARI YAN ETKİLERİ VE SINIRLARI
Tıbbi denetim altında uygun kullanıldığı takdirde hipnoterapinin çok az kontrendikasyonları ve zararlı yan etkileri vardır. Karşılaşılan kişilerle, arasındaki ilişkilerde hiçbir zararlı etki ve bozukluk yoktur.
Psikiatristler prepsikotik ve psikotik hastalarda hipnozu denerler. Bu bir kısım psikiatrisler için oldukça heyecan vericidir. Hipnoterapi ile hızlanan bir psikozun gerçek bir sebebinin olmadığı bildirilmiştir.
Bu istisnaların dışında hipnotizmayı arzu eden hastalarda, hipnotizmanın hiçbir zorluk yaratmayacağından eminim. Hipnozla ilgili uygunsuz sonuçlar matematiksel olarak rutin yapılan cerrahi girişimler sırasındaki mental kondüsyonun canlılığındaki tetik mekanizmasından daha önemsizdir. Operasyonda karar verilen faktörler hazırdır ve yalnız uygun bir açıklama gereklidir. Dr. Erıchson “Çeşitli zamanlarda, yüzlerce konuda yapılan hipnotizmalarda, şahsî yapılan deneylerin hiçbirinde hipnozun zararlı etkisinin gözlenmediğini” bildirmiştir.
Radyoterapi gibi hipnozun da tehlikesi kullanımında değil, suistimal edilmesindedir.
Hiçbir doktor, her durum için ve her hastada hipnozu tavsiye etmemelidir. Hipnoz dikkatle seçilen durumlarda diğer tedavilerden daha etkili olduğu yerlerde kullanılır. Sağlam kliniksel hüküm koyulan vakalarda uygulanmalıdır.
Hipnozun bazı şekilleri hala anlaşılmadığından geri kalan ve açıklanmayan tek alan değildir. Psikodinamikde oryantasyon, hipnoterapinin başarılı olması için sabit olan bir unsurdur. Ve hipnoz bireye özgü değilse kötü muamele görebilir.
Bir kişiyi hipnoz yardımıyla bir suça yönlendirebilmenin mümkün olup olmadığı sorusu tıbbi görüş açısından tamamen akademiktir. Böyle bir durumun olabileceğini kabul etsek bile, hekimin moral yapısı ve tedavinin amaçları hipnotik durumun böyle bir kullanımını imkansız kılar.
Bununla birlikte hipnoz sırasında böyle bir duruma yönlendirilmiş kişide uyanıklık sırasında bu durumun gerçekleşebilmesi gayet düşük olasılıktadır. Çok az vakada kişiyi kendi isteği ve moral yapısının tersine olarak antisosyal veya kendisine zarar verici davranışlara doğru etkilemek mümkün olabilir. Bu kişiler şüphesiz ki uyanıklık durumlarında da alışılagelmiş moral durumlarına ve ilgilerine zıd aktivitelere doğru uygun tartışmalarla ikna edilmektedirler.
Trans sırasındaki kişiler deneysel amaçlarla kullanıldıklarını kolaylıkla fark edebilirler.Eğer hipnotistin dürüstlüğüne karşı tam bir inançları varsa kendilerini tehlikeli olabilecek bir rolü bile büyük bir samimiyetle oynayabilirler. Bununla birlikte bunun da nereye kadar uzanacağının bir sınırı vardır.
Doktor Woolberg böyle bir olgusunu anlatmaktadır. Doktor Wolberg hipnoz sırasında hastasına biraz sonra kendisi bir doktorun ziyarete geleceğini ve bu doktorun tüm insanları öldürmeyi planladığını, bunun içinde bir virüs geliştirdiğini söyler. Bu durumda yapılması gereken şeyin mutlaka bu zararı vermeden önce bu adamı öldürmek ve insanlığı bu beladan kurtarmak oldruğunu belirtir. Daha sonra hastasına bu doktor arkadaşı ziyarete geldiği zaman kendilerine çay ikram etmesini ve bu sırada bu kötü doktorun çay bardağına şekerlikte göstermiş olduğ X işaretiyle işaretli potasyum siyanürlü şekerlerden koyarak vermesini tenbih eder. Hasta da bunu büyük bir samimiyetle yerine getirir. Doktora birşey olmadığını gördüklerinde Dr.Wolberg hastasına olasılıkla bir hata yaptıklarını bu kez işi daha sağlama almaları gerektiğini söyler ve üzerinde potasyum siyanür yazılı iki kapsülü vererek kbu kapsülleri doktorun çayına koymasını söyler. Hasta bu sırada birden trans durumundan çıkar. Çünkü hastaya göre ilk deneme bir oyun niteliğindedir; oysa ikinci kapsüllerin içinde potasyum siyanür bulunması olasılığı çok fazladır.
Yapay olarak oluşturulmuş dissosiyatif durumlardaki deneyler Dr. Wolberg’e göstkermiştir ki kriminal kişilik özellikleri olan hastalarda bile denek hatalı olduğunu kavradığı impulslarını inhibe edebilmektedir. Bununla birlikte suça eğilimli kişiler hipnozun etkisi altında kalarak suç işlediklerini belirtip kurtulabilecekleri düşüncesi ile böyle bir fırsat yakaladıklarını kabul ederler ve suça sürüklenebilirler. Bu nedenle de hipnozun diplomasız ve meslek dışı kişiler tarafından yapılması suçtur.
Bilgili ellerde hipnozun hiçbir zararlı etkisi yoktur, fakat eğer bilgisiz kişiler tarafından ve hastadaki dinamikler anlaşılmaksızın semptomun ortadan kaldırılması işlemine girişilir ise nevrotik kişi bundan ters olarak etkilenebilir. Nevrotik kişinin zaten kişiler arası ilişkile – rinde bir sürü ciddi problemi vardır. Kişilere güvenemez ve sürekli olarak kendi motivasyonları hakkında şüpheleri vardır. Başından uygun olmayan trans denemesi geçirmiş ise akut olarak bozulabilir ve güvensizlik ve gücenikliligi daha da artar.
Hipnoz şimdiye kadar büyük oranda eğitilmemiş hipnotistler ve şarlatanlar tarafından uygulanılmıştır. Özellikle şarlatanlar popüler gazeteler ve radyo tarafından hipnozun en çarpıcı yönlerini sergilemeye yüreklendirilmişlerdir. Sonuç olarak hipnoz hak etmediği bir takım uygunsuz ön yargılarla lekelenmiştir.
Hekimlik mesleği bu durumda tamamen suçsuz olarak kabul edilemez; çünkü hekimler hipnoza sahip çıkmamışlar ve hipnozun kullanım alanlarını ve sınırlarını belirlememişlerdir. Hipnozun eylence amacıyla kullanmasını yasaklayıcı ivedi yasal tedbirlere gereksinim vardır ve hipnozun kullanımı eğitilmiş ve ehliyetli kişilere bırakılmalıdır.
Hipnoz hünerli kişiler tarafından kullanıldığı zaman bile bir takım komplikasyonlar oluşur. Hipnoz sonrasında kısa süren göz kararması, mide bulanması ve baş ağrıları yaygındır. Bazen spontan trans durumları kendiliğinden oluşabilir ve hasta bu sırada hiçbir neden yokken dissosiye beden algıları yaşıyabilir. Kendiliğinden ortaya çıkan bu trans durumları ve histerik fenomenler hipnoz sırasında bunların bir daha ortaya çıkmıyacağı kesin bir şekilde telkin edilerek önlenebilir.
Otoriteryen bir telkinle semptomu ortadan kaldırılan hastanın hekimine ne kadar bağlanacağı ise bir diğer sorudur. Teorik olarak bir bağımlılık ve sonlandırılamaz bir bağlılığın ortaya çıkabileceği düşünülebilir. Fakat pratikde hipnozun diğer psikoterapilerden daha fazla bir bağımlılık oluşturmadığı da bilinir. Hastanın bağımlı olup olmayacağı tekniğin kullanılmasından ziyade hastanın buna gereksiniminin olup olmadığına bağlıdır. Bir terapiste karşı bağımlılık gereksinimi olan hastalarda direktif olmayan pasif yaklaşımların ön planda düşünülmesi uygun olacaktır.
Hipnoza karşı tavrını bireyin temel karakter yapısı belirliyecektir. Kompulsiv bir şekilde bağımlılığı olan bir kişinin bağımlılık geliştirmek için hipnoza gereksinimi yoktur. Hipnoza karşı da diğer kişiler arası ilişkilerinde olduğu gibi tavır takınacaktır. Hipnozun kişiyi çocuklaştırdığı, iradesini zayıflattığı veya kişiyi diğer terapötik tekniklerden daha çok bağımlı bir hale getirdiği konusunda hiçbir kanıt yoktur. Kişinin sürekli olarak kendisini hipnotize edenin etkisi altında kalacağı ve bu etki alktığında istemediği birtakım şeyleri yapmaya zorlanacağı korkusu için hiçbir haklı neden yoktur.
Ender olarak bazı dengesiz ve histerik kişiler kendilerindeki arzuları yansıtarak hipnotisti seksüel tasallutla suçlayabilirler. Bu tür suçlamalar çok ender olmakla birlikte hatırda tutulmalı ve hastanın cinsel fantazilerinin güçlü bir rol oynadığı durumlarda bunlar hastaya derindeki motivasyonel paternler olarak açıklanılmalıdır. Hipnozun herkesin kafasında sembolik bir cinsel fenomen olduğunu kanıtlıyacak hiçbir olgu yoktur. Gerçekde çok ender görülen bu tür olgularda eğer hasta tüm yakın ilişkileri seksüel olarak görmüyor ise bu olguyu da bu şekilde kavraması için hiç bir neden yoktur. Hastanın hipnoz sırasındaki cinsel fantkazilerini eyleme dönüştüreceği konusunda hiç bir gerçek tehlike söz konusu değildir.
Hastanın tehlikeli olabilecek telkinlere yanıt verme yeteneğinin sınırlı oluşu terapötik olarak yararlı telkinler için de söz konusudur. Hipnozun psişik, somatik ve viseral fonksiyonlar üzerindeki dramatik etkisi hipnoz öğrencilerini hipnoza aşırı bir değer vermeye yönlendirebilir. Geçmişte hipnoz hakkında rastlanılan ümit kırıklıklarının büyük çoğunluğu da birçok nevrotik semptomların sujjesyon ile ortadan kaldırılmasında başarısızlığın ortaya çıkmış olmasındandır.
Hastayı dayanılmaz anksiyetesinden kurtaran birçok nevrotik semptomu aynı zamanda onda uygun olmayan bir dengeyi de oluşturmuştur. Nevrozun etkinliğini azalttığını hissederek hekime başvuran hastalar esasen ikili bir motivasyonla kendilerinin bütün kişiler arası ilişkilerini yapılandırırlar ve terapötik ilişkiye karşı da ne şekilde davranacaklarını koşullandırırlar.
Bireyin bu ikili motivasyonel sistemine uymayan değişiklikeri oluşturmaya çabalamak tepkiyle karşılanacaktır. Yeterli bir şekilde motive istenci olmayan bir birey transa sokulmuşsa ve bu sırada semptomlarından vaz geçmeye veya hastalığına karşı tavırlarını değiştirmeye, veya değişik bir hayat felsefesi edinmeye, veya diğer kişilerle daha kafadengi bir duruma gelmeye, veya önemli bilinç dışı çatışmalarını tanımaya zorlanırsa yanıt vermekte başarısız olur.
Transda mucizevi hiçbir şey yoktur. Birçok değerleri vardır; fakat bireyin mevcut motivasyonları ve değişebilme kapasitesi yönünden sınırları da vardır. Terapötik başarısızlıklar diğer birçokları gibi hipnozda da ortaya çıkar.
Dr. Wolberg burada bir hekim hastasını nakletmektedir. Bu hekim hasta ailesinin desteği ile New York’da tıp fakültesini bitirmiştir ve gene ailesinin isteği ile New York’ta serbest hekimlik yapabilmek için bord sınavına girecektir. Ancak sınava hazırlamak için ne zaman kitabı açsa zihni dağılmakta ve okuduğundan hiçbir şey anlayamamaktadır. Sonunda Dr. Wolberg’e gelir ve kendisini hipnotize ederek bu sorununun üstesinden gelebilmesine yardımcı olmasını ister. Dr. Wolberg’in bu konudaki yardım çabaları hep sonuçsuz kalır; çünkü hekim hastanın sevdiği kız New York’un dışında bir şehirde oturmaktadır ve temelde bu hekim de sevdiği kızın bulunduğu şehirde serbest hekimlik yapmak istemektedir. Fakat öte yandan ailesine olan borçluk duyguları bu düşüncesini açıkça ortaya koymasını engellemektedir. Tedavinin başarısız kalmasının nedeni de bu motivasyonun anlaşılamaması ve hastanın temelde hiç de istemediği bir duruma zorlanmasıdır. Dr. Wolberg bunu hekim hastası sınavı kazanamadıktan ve daha sonra sevdiği kızın bulunduğu şehirdeki sınavı kazanıp orada serbest hekimlik yapmaya başladıktan sonra anlamıştır. Bu vaka hipnotik tedavide hastanın motivasyonunun çok iyi anlaşılmasının ne kadar gerekli olduğunu göstermesi açısından önemlidir.
Gene Dr. Wolberg’in bir hastası hipnoz için baş vurmuştur ve tedavinin sonucunda elindeki listede belirttiği amaçları kazanmak istemektedir. Bu listede şunlar yazılıdır: birincisi! “her zaman güçlü olacaksın, özellikle kadınlara karşı” ikincisi”her zaman berrak düşüneceksin, alçak ve düzgün bir ses tonuyla etkileyici bir şekilde konuşacaksın! üçüncüsü “gece saat birde kalkacaksın ve sabah saat yedide tamamen dinlenmiş bir şekilde uyanacaksın”; dördüncüsü “bütün engellere karşı hayatta başarılı olacaksın”. Bu kişi bu amaçları çok uzun süren psikanalitik tedavide kazanamamıştı ve sonuçta kendisine hipnozun yararlı olabileceğini düşünüyordu.
Birçok kişinin, hipnozun birçok şeyi mucizevi bir şekilde düzelttiği ve sihirli gücü olduğu gibi yanlış beklentileri vardır. Hipnotiste 70 yaşında empotan yakınması olan erkek hastadan 6 yaşında, geri zekalılığı olan ve hiçbir zaman yürümeyi ve konuşmayı öğrenememiş bulunan çocuğun annesine kadar birçok kişi baş vurabilir.
Hipnozdaki başarısızlıklar iki grupda incelenebilir: Transın oluşmasında başarısız kalınanlar ve terapötik bir amacın oluşmasında başarısız kalınanlar.
Trans oluşturmakta başarısızlıklar çok şükür iyi tekniklerin uygulanmasıyla enderdir. Kişiler arası ilişkilerden korkanlarda ve özellikle zarar verici veya tehlikeli olduğu zannedilen bir otoriteye yenilme korkusu olanlarda direnç gelişebilir ve bu direnç hipnotik durumun elde edilmesini önler. Burada hipnotistin kişiliği ve deneyimi belirleyici faktör olabilir ve eğer rezistanslar uygun bir şekilde ele alınır ise trans sağlanabilir.
Burada Dr. Wolberg tarafından bir örnek verilmiştir. Bu örnekte homoseksüel dürtülerini kontrol edebilmede kendisine kontrol yeteneği kazanmak isteyen birisi hipnoz için baş vurmuştur. Hipnotik seans sırasında hasta yumruklarını ve dişlerini sıkmış ve hemen hemen kavgaya hazır bir postür almıştır. Biraz sonra da öfkeli kir şekilde yerinden kalkarak “yapamıyorum, kendimi bırakamıyorum” diye bağırmıştır. Daha sonra da orgazm olduğunu ve kendisine tamamen sahip olabilecek bir üstün güce yenilmek istiyormuş gibi hissettiğini söylemiştir. Bu hasta hipnoza kendi nevrozu çerçevesinde sımsıkı sarılmış ve kendisini hipnotize eden doktor kendisine sanki direnemediği bir aşıkmış gibi gelmiştir. Telkinlere karşı hem yenilme hem de direnmeyi arzu ederek bir trans durumuna gerçekten girdiğini sandığı sırada panik duygusu yaşamıştır.
Transın oluşabilmesi için uygun bir hipnotize edilebilme motivasyonu gereklidir. Bu motivasyon mherkeste varmış gibi görünür, fakat bazen özellikle duygusal problemi olanlarda bulunmayabilir. Hipnotize olmaya karşı direnen bir kişiyi hipnotize etmek genellikle mümkün değildir; ya hipnotistin emirlerine itaat etmeyi istemelidir ve transa girer ya da kendi iradesine karşı bir takım duyguları olmalıdır ve hipnotistin emirlerine direnemez. Bilinç dışı bir hipnotizma edilme motivasyonu, bilinçli hipnoza direnme arzusundan daha güçlü olabilir. Hipnoza girmeye karşı savaşan bir çok kişi vardır, fakat bu kişiler buna rağmen telkinler başladıktan sonra uyanık kalamazlar.
Trans endüksiyonundaki başarısızlıklar, hekimin hastanın hipnotize edilme isteğine karşı olan etmenleri tanıması ile en az düzeye indirilebilir. Eğer hekim tutum ve tavırları ile güven telkin edebilirse, hastanın hipnoz hakkındaki hatalı ön yargılarını ortadan kaldırabilirse, hastadaki iyi olmaya yönelik sağlıklı impulsları eyleme geçirebilirse ve hastayı sağlığına hipnozun yadımıyla kavuşabileceğine ikna ederse, veya bazı hırslarını veya amaçlarını tatmin ederse hipnoz korkusunun üstesinden gelmek olasıdır.
Doğaldır ki uygun bir tekniğin kullanılması zorunludur. Sayısız hipnotik teknik vardır. Bunlardan bazıları bazı bireylerde başarılı olurken diğerleri de diğer bazı bireylerde başarılı olur. Güven telkin eden, hastaya hipnoz yardımıyla çok şeyler elde edileceğini fakat çok az şey kaybedeceğini hissettiren, onun dikkatini bir uyaran üzerinde yoğunlaştırabilmesine olanak sağlayan veya monoton ve ritmik olarak yineleyen sınırlı sayıdaki uyarıların kullanıldığı bir teknik en başarılısıdır.
Trans endüksüyonuna karşı en yaygın dirençler şunlardır: hipnotistin otoritesine karşı koyma arzusu, kişinin irade gücünü veya bağımsızlığını kaybedeceği korkusu, kendisinin üstün ve hipnotistten daha güçlü olduğunu kanıtlama arzusu, hipnoz görevini yerine getirmede başarısız olacağı korkusu. Bu dirençli kişilik problemlerinin gösterileridir ve semptomlar olarak tedavi edilmelidirler. Dirençlerin doğasını önlemeye çalışmalı ve bunlar üzerine eğilmelidir.
Tekniği hastanın karakter yapısına göre uydurmak sabır ve yetenek gerektirir. Bazen transı derinleştirmek için hastanın dirençlerinden yararlanmak da olasıdır. Bunlar birlikte çok sık olarak bu yöntemin uygulanması tedavi amaçlarına ters düşebillecek bir takım karışıklıklara neden olabilir. Hastanın direncinin çok belirgin olduğu durumlarda trans endüksüyonundan vaz geçmek ve hastanın işbirliğini ve aktif katılımını istemek genellikle temeldir.
Burada doktor Wolberg hastanın dirençlerini analiz etmeden onları kırma girişiminin nasıl güçlükler ortaya çıkarabileceğini bir örnekle göstermektedir. Bu hasta iki yıllık başarısız bir psikoterapi denemesinden sonra kendisine gönderilmiştir. Bu hasta kompulsiv bir kişiydi, yeteneklerini çok fazla abarttığı ve her türlü yaklaşıma karşı, karşı koyucu bir tavır takındığı, aşırı bir gururu sürdürdüğü insanlardan kopuk bir sistem oluşturmuştu. Psikoterapi nevrotik yapısına karşı bir tehdit oluşturmuştu ve kendisini hekime karşı burnu yukarda ve düşmanca tavırlarla savunmuştu ve bu durum kendisine yararlı olacak türde bir transferansın oluşmasına engel olmuştu.
Tedavi ilerledikçe gittikçe fürüstre olmuştu ve sonuçta psikanalistine kendisini hipnotizma etmesi için ısrar etmişti. Ancak hipnoz yardımı ile güçlüklerinin üstesinden gelebileceğini sanıyordu. Analisti onu bir çok hipnotiste göndermişti. Bütün hipnoz girişimleri başarısız olmuştu. Çünkü hasta endüksüyon prosesine karşı direniyordu ve sonuçta hipnotize edilemediği için yoğun bir hayal ve ümit kırıklığı yaşamıştı.
Sonuçta Dr. Wolberg’e gelen bu hastanın ilk sözü “iddiaya girerim ki beni hipnotize edemiyeceksiniz” olmuştu. Sonra kibirli bir şekilde gülümsemiş ve mesleklerinde çok başarılı olduğu söylenen dört hipnotistin kendisini hipnotize etmede başarısız kaldığını söylemişti; onların hekim birisiyle hiçkimsenin kendisini hipnotize edemiyeceğine ilişkin kendi kendisiyle bahse girdiğini söyleyerek meydan okumuştu. Dr.Wolberg’ kendisine “öbürleri başarısız olmuş olabilirler ama bakarsınız ben başarılı olabilirim” demesi üzerine de bundan emin olmadığını, ancak sodyum amitalin hipnozda yardımcı rolü olduğunu duyduğunu ve eğer bunu kullanırsa başarılı olabileceğini söylemişti. Eğer Dr. Wolberg kendisini üç kapsül bu ilaçtan verirse belki direncini kırabilirdi. Bunun üzerine Dr. Wolberg hastaya sodyum amital olduklarını söylediği üç adet plesabo kapsülü vermişti. Hasta “onlar sodyum amital değil mi? şimdi onları almalımıyım?” diye sormuştu. Dr. Wolberg’de kendisine, bazı güçlü sedatiflerin hipnozu kolaylaştırdığı konusunda hem fikir olduğunu söylemiş ve bu ilaçların karşı direncini kırabileceğini söylemişti.
Hasta ilaçları aldıktan çok kısa bir süre sonra uyuklama hissinden yakınmaya başlamıştı. Bunun üzerine Dr. Wolberg trans endüksüyonuna başladı ve hastayı derin bir hipnotik duruma koydu. Hasta uyandığı zaman pek neşeliydi fakat çok kısa bir süre sonra yoğun bir anksiyete atağı geçirdi. Çarpıntı, nefes alma güçlüğü ve sanki duvarlar onu kapatıyormuş hissi vardır. Hasta bu ilaçları aldığı için ne olursa olsun hipnotize edilebileceğine inanmıştı ve kendisini gevşetmiş ve dikkatini belirli bir noktaya toplamış sonuçta da transa girmişti. Ama daha sonra geçici bile olsa defanslarının yıkıldığı korkusu kendisinde paniğe yol açmıştı.
Daha sonra hastanın hekimi anksiyete atağının bir hafta boyunca sürdüğünü Dr. Wolberg’e söyledi. Bu yaşantının hasta için çok yararlı olduğuna inanıyordu. Çünkü böylelikle hasta ilk defa diğer insanlarla yakın olmanın kendisine nasıl bir anksiyete yarattığını fark etmiş oluyordu. Bu olay, böyle bir durumda bile olsa hastanın dirençlerinin kırılmasının nasıl bir anksiyeteye yol açtığını göstermektedir.
Eger hipnoz başarılmış ise terapötik başarısızlıklar diğer tür psikoterapilerdeki başarısızlık nedenleri ile tamamen aynı koşullar altında oluşabilir.
Başarısızlığın en sık rastlanan nedeni hipnoz için yetersiz veya çarpık bir motivasyondur. Daha önce de belirtildiği gibi hipnoz birçok kişi tarafından sanki herşeyin üstesinden gelen bir yöntemmiş gibi algılanır ve bu nedenle bazı hastalar mucizevi bir takım beklentilerle tedaviye gelmek eğilimi gösterebilirler. Kompulsiyon nevrozları özellikle bu nedenle hipnotik yöntemlere tutkundurlar, majik bir araç olarak arzu ederler.
Bazı durumlarda hipnozda sembolik olarak doyum bulan bu çarpık motivasyonlar çok kısa bir süre sonra bazı rahatsız edici semptomlarla hastayı bir sona getirirler. Dr. Wolberg bunu da bir örnekle anlatmaktadır. Hastanın birisi kendisine saf hipnozu öğrenmek için baş vurmuştur ve amacı kendisinde deri anastezisi oluşturabilmektir. Bu özel isteği için gerekçe olarak şunları göstermektedir: Dağ başında bir otomobil kazası geçirebilir ve yardım gelinceye kadar ızdırabını dindirebilmek için bu yöntemden yararlanacaktır. Bu istek hastanın kesinlikle farkında olmadığı sorusunak, daha önce ufak tefek bir takım promlemleri olduğu, bunlardan birisinin nişanlısıyla ilgili olduğu, ama bu arada bir psikiyatristten psikoterapi gördüğü ve tedaviden yararlandığı, şu anda hiçbir terapötik yardıma ihtiyacı olmadığı yanıtını vermiştir. Hasta self hipnoz tekniklerini çok kısa bir sürede öğrenmiştir. Ancak hipnoz tedavisi boyunca rüya oluşturulması ve diğer hipnoanalitik tekniklerin kullanılması sırasında hastanın insanlardan uzak yaşamayı bir karekter defansı olarak geliştirdiği ortaya çıkmıştır.
Görünürde kendisinden memnun ve kendine güvenen bir kişidir; ancak birisiyle yakın bir arkadaşlık ilişkisine başladığını anladığı zaman bu ilişkiyi kendine özgü yöntemlerle sonlandırmaktadır. Son bir kaç ay içerisinde hayatında ilk kez bir kadına aşık olmuştur ve bu duygu kendisini rahatsız etmiştir. Bu duygudan kaçıp kurtulmak istemiş fakat ne yaptıysa başaramamıştır. Bu sırada kendisini ve duygularını kontrol edebilmek için kafasında bir plan geliştirmiştir. Self hipnoz yardımıyla kendisine ve duygularına eğemen olabilecektir. Ancak bu duygular ve yapılan plan tamamen bilinçdışıdır. Deri anestezisi öğrenme arzusu sadece dokunma duyusunu değil aynı zamanda bu duygularında kontrol edebilmesine yarayacaktır. Hastaya hipnoz sırasında bu gerçekler söylenmiş ve uyandığı zaman bunları hatırlaması istenmiştir. Ancak bu konuşmasının çok az bir etkisi olmuştur ve hemen hemen hiç kaydedilmemiştir. Daha sonra da uyanıklık döneminde hasta bu konuya ilgili tam bir amnezi geliştirmiştir. Sonuçta vücudunun çeşitli yerlerdinde, istediği zaman anastezi oluşturabilmeyi öğrenmiştir. Bundan birkaç ay sonra Dr. Wolberg’e telefon etmiş ve hipnozun kendisini yeni bir insan haline getirdiğini ve artık nişanlısının yanında kendisini huzursuz hissetmediğini söylemiştir. Ancak bu sırada birden bire self hipnozu niçin öğrenmek istediğini anlamıştır. Bundan kısa bir süre sonra da Dr. Wolberg ile psikoterapiye başlamıştır.
Hipnoz için diğer yetersiz motivasyonlar arasında mazohistik doyum elde edebilmek için omnipoten bir otoriteye boyun eğme duygusu olabilir. Bu koşullar altında psikoterapi genellikle başarısızlıkla sonlanır. Homoseksüel ilgilerinde fürüstüre olan birçok pasif homoseksüel hipnozu güçlü bir otoriteye karşı hem savaşmak hemde yenilmek için isteyebilir. Bu kişilerin bu isteklerinin altında homoseksüelliklerini kontrol etmek için hipnozun yardımını isteme arzusu varsa bile, eğer nevrotik motivasyonları anlaşılmaz ve analize edilmezse doyurucu bir tedavi sonucunun elde edilmesi tamamen önlenebilir. Eğer bu türde motivasyon varsa, bunun hasta ile hasta uyanıkken tartışılması ve tedavinin eğer hasta istiyorsa bu daha akılcı yola sokulması gerekir. Eğer hasta bunu reddetmişse hipnoterapi problemlerine yardımcı olmak yerine onları arttırabilir.
Bazı kişiler de hipnozu, diğer psikoterapiler çok uzun sürdüğünü ve bunun için yeterli sabırları olmadığı gerekçesiyle tercih edebilirler. Hipnozun terapötik prosödürü sıklıkla kısalttığı doğrudur; fakat kişinin derin çatışmaları ve başarılı bir uyumu engelleyen kişiler arası ilişkilerinde bozuklukları üzerinde gerektiği gibi uyumu engelleyen kişiler arası ilişkilerinde bozuklukları üzerinde gerektiği gibi çalışılmaksızın ona hayatta başarılı bir işlev yeteneği sağladığı yanlıştır. Kişinin nevrozunun üstesinden gelebilmek için sabırsız olması gayet anlaşılabilir bir gerekçedir; bununla birlikte bireyin hayatla diğer kişilerle işlevsel ilişkilerini tamamen düzeltmeyi amaçlayan psikoterapiler için zaman, mutlaka gereklidir. Eğer hasta tedavinin zaman alacağını anlamamışsa hipnozdan imkansızı umma eğilimi gösterir ve arzularının gerçekleşmediğini görünce de kendisini suçlayabilir ve hastalığına karşı tamamen umutksuz bir tutum geliştirebilir. Hekimin kde hipnozun yalnız başına kişiliğin bazı yönlerini düzeltemiyebileceğini anlaması zorunludur. Kendine güven ve tuttuğunu koparma yeteneği gibi bazı komponentlerin kazanılması tedavide öğrenilkenlerin gerçek hayatta uygulamaya konulmasını gerektirebilir ve bu da khatırı ksayılır bir zaman alar.
Terapötik başarısızlıkların nedenini tamamen anlayabilmek için terapötik başarıdan neyin kasdedildiğini anlamak gereklidir. Tedavide başarı bizim belirlenmiş bir amacı elde ettiğimizi gösterir. Şurası muhakkak ki terapötik başarısızlıklar terapötik başarılarda olduğu gibi önceden planlanmış terapötik amacın kazanılmaması durumunda söz konusu olabilir. Önce bu amaç tasarlandıktan sonra sonuçlarımızın bu amaca uygun olup olmadığını ve bunun bir başarı mı yoksa bir başarısızlık mı olduğuna daha sonra karar verebiliriz. Eğer elimizde yeterli zaman veya motivasyon yoksa, ya da azalmış bir “ego” gücü varsa, yalnızca kişiyi sakat bırakan bir semptomun ortadan kaldırılması gibi belirli bir hedefi elde edebileceğimize karar verebiliriz. Bu belirlediğimiz amaç açısından tedavinin başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Bununla birlikte ne gerçekten kişinin kişilik yapısını etkilediğimizi, ne de konun temel nevrotik kalıplarını düzelttigimizi söyleyemiyeceğimizi itiraf etmemiz gerekir. Böylece bir diğer görüş açısından tedavimizi bir başarısızlık olarak kabul etmemiz gerekir.
Örneğin nevrotik bir hasta hipnoterapiye sadece uykusuzluk yakınması ve bu semptomunun düzeltilmesi için gelmiş olabilir. Tedavinin sonunda direk telkinlerle bu semptomu düzelmiş olabilir. Bununla birlikte kişinin nevrotik yapısı dokunulmamış olarak kalacaktır. Bununla birlikte kişinin nevrotik yapısı dokunulmamaş olarak kalaacaktır ve bu kişi kişiler arası ilişkilerindeki bozukluktan ve kendisini kısıtlı bırakan nevrotik yapısından muzdarip olmaya devam edecektir. Bu durumda hastanın uykusuzluğunun düzeltilmesinden bir terapötik başarı olarak söz etmeye hakkımız varmıdır? Eğer hedefimiz uykusuzluk semptomunun düzeltilmesi ise o zaman onu tedavi ettiğimizi söylemeye hakkımız vardır. Bununla birlikte eğer amacımız o kişiyi toplumda işlevlerini sağlıklı bir şekilde yerine getiren bir birey durumuna getirmek ise, o zaman çabalarımızın bir başarısızlık olarak kabul edileceğini itiraf etmemiz gerekir.
Gene Dr. Wolberg’in bir hastası Dr. Wolberg’e şu amaçla hipnoz için baş vurmuştur: Hasta psikopat ve alkoliktir, alkol aldığı sırada karşılıksız çekler imzalamaktadır. Hasta hipnozla kendisine öyle bir şey yapılmasını istemektedir ki bunun sonucunda içki içtiği halde karşılıksız çek imzalamaya karşı sağ kolunda bir spastik paralizi oluşması koşullandırılmıştır. Ancak bu hasta bir süre sonra sol kolu ile imza atmasını ögrenmiş ve gene içkili olduğu sırada sol eli ile imzalayarak birçok karşılıksız çek vermiştir.
Tedavide yeterli bir hedefin tarifi, mutlaka derin bir ideal olarak kabul edip çabaladığımız şeyin, kişinin hayatla olan ilişkilerinde tam bir rehabilitasyon sağlamak olduğu gerçeğini hesaba almalıdır. Bu dürtüleri grup değerleriyle uyum içinde doyurmak ve gereksinimleri mevcut kaynaklar ve çevresel fırsatlar doğrultusunda gidermek önemli bir amaçtır. Hasta diğer kişilerle üretken ve uyumlu bir şekilde ilişkiye girebilme kapasitesi elde etmelidir. Otorite ile olan ilişkilerinde, korku ve öfke olmaksızın, kendisini yardımcı bir rolde gördüğü ilişkiler kurabilmelidir ve bazı durumlarda da liderilk vasıflarını elinde tutabilmelidir. Kendisini streslere ve früstrayanlara karşı çocuksu tipte savunmalar veya fantaziler ortaya çıkarmaksızın, kendisini yardımcı bir rolde gördüğü ilişkiler kurabilmelidir ve bazı durumlarda da liderlik vasıflarını elinde tutabilmelidir. Kendisini streslere ve früstrasyonlara karşı çocuksu tipte savunmalar veya fantazilker ortaya çıkarmaksızın adapte edebilme yeteneği geliştirmelidir. Bu makul ölçülerde olduğunda, veya grup yararı için gerekli olduğunda, veya impulslarını hak ha – line getirmenin sonuçları, sağlayacağı rahatlıktan daha çok zarara neden olacak ise bireyin anksiyete göstermeksizin bir miktar deprivasyona tahammül edebilme yeteneğine sahip olması gerekliligini kapsar. Geçmişiyle yüz yüze gelebilme ve şu andaki mevcut sıkıntılarını çocukluk yaşantılarından ayırt edebilme kapasitesiyle birlikte bir birey olarak kendisi hakkında sağlıklı bilgileri olmalıdır. Yeteneklerinin sınırlarını bilmeli ve bu sınırlar içinde kalarak kendisini gerçekleştirebilmek yeteneğine sahip olmalıdır. Diğer amaçlar kendine güven , tuttuğunu koparıcılık, özgürlük duygusu, spontanite ve self toleransdır.
Görüldüğü gibi bu hedefler çok üst düzeydedir ve birçok vakada elde edilemiyebilir. Bunun birçok nedeni vardır. Başarısızlık için temel nedenlerden birisi kişinin motivasyonunun eksikliğidir. Problemlerinin üzerine eğilme gereksinimi yoktur, hayatla ve kişilerle yetersiz bir uyum yapmaktan doyumludur, veya kendisinin bu amaçları elde edebilmesini sağlıyabilecek olan teknikle çalışmaya karşı isteksizdir. Bir diğer neden de, bireyin ego yapısı o kadar zayıftır ki derindeki problemlerini anlamasına neden olabilecek olan olayların yarattığı anksiyetelere dayanabilecek güçte değildir. Bu problemler onu diğer kişilere bağlayan ve yaşayabilmesine, deneyim sahibi olabilmesine yarayan unsurlardır. Bu durum şizoid, çok bağımlı veya kuzak karakterlerde söz konusudur.Bu kişilerde yakın ilişkiler öyle bir anksiyeteyi eyleme geçirirler ki, bu anksiyete bu kişilerin güçlüklerinin daha yeterli bir çözümü üzerinde çalışacak elverişli gücü kullanabilmelerini olanaksızlaştırır. Üçüncü neden de bireyin nevrozu sayesinde elde etmiş olduğu sekonder kazançlar sıkıntısını bastıracak kadar çok olabilir. Bir dördüncü neden ise tedavinin yanlış yönlendirilmesidir. Bu da terapistin otoriteryen bir yaklaşımla sonuç alabileceğini zannetmesi ve hastayı öylediklerini kabullenmesi için zorlaması, da bazı durumlarda aantajı vardır; özellikle sınırlı bazı amaçların elde edilmesinin söz konusu olduğu kısa süreli psikoterapilerde yarralı olabilir fakat bu durum tam bir iyileşme elde edilmesini bloke edebilir.
Hasta tedaviye her zaman aktif yardım istediği bir problemle gelir, Hasta diğer doktorlarla ilişkilerinde olduğu gibi kendisinin doktora yalnızca problemlerini söylemek mecburiyetinde olduğunu zanneder. Hekim onun bu güçlüklerini ortadan kaldıracaktır ya da ona nasıl iyi olabileceğini söyleyecektir. Bu düşüncede çok büyük bir yanlış anlamanın tohumları yatmaktadır; çünkü terapistten gelen yönlendirmeleri ve telkinleri olduğu gibi kabul etmek hastanın iyileşmesini bloke edebilir. Hekimlerin en çok istedikleri amaç hastayı yalnızca kendi kaynaklarını kullanarak güçlü, yeterli tuttuğunu koparan bir kişi, üretken bir hayata yönelme çabalarından kendi seçimlerini ve kararlarını kendisinin yapabileceği bir noktaya getirmektir. Hasta bu güne kadar bunların hiçbirisini gerçekleştirememiştir. Kendi yetersizlik duygularının bir sonucu olan güçlüklerinin büyük bir çoğunluğu otoriteden aşırı isteklerde bulunmak, bağımlılık ve düşmanca tutumlardır. Eğer terapist tedavi boyunca hastaya sürekli telkinler veriyor ve kendisini bir lider durumunda görerek kendi moral yargılarını hastanın düşüncelerine ve eylemlerine tutmaya çalışıyorsa, bu hastayı çocuklaştıracaktır ve hasta hiçbir zaman kendi değerlerini kendisi formüle eden bir kişi olma yolunda çabalama fırsatını bulamıyacaktır. Kısıtlanma veya destek görme gereksinimlerini güçlendirmeye devam edecektir ve hiçbir zaman otoritenin eğemenliğinden kendisini kurtaramıyacaktır.
Hipnotik seansın kendi geleneksel oluşumu, hastanın terapistin otoriteryen isteklerine uymasını gerektiren bir rol oynar. Bir hasta bir hekime hipnoz için geldiğinde hemen bir pasif rolü benimser. Kendisinin kolayca telkin edilinebilir bir duruma konacağını, yönlendirileceğini ve majik bir gücün kendisini sağlığa veya başarıya götüreceğini farzeder. Kendisine telkinler verileceği ve boyun eğici bir ilişkiye gireceği gerçeğinin kesinliği tedavi edici amacı sınırlar.
Görünüşte hekimlerin çok büyük bir zıtlıklar karşı karşıya oldukları, hipnozun oluşmasının hastayı pasiviteye sürüklediği ve bir çocuk ana-baba ilişkisindekine benzer telkinlerin verildiği söylenecektir. Öyleyse hekimin emredici bir otoriter olduğu hipnozdan hastanın tam bir iyileşme amacını elde etmesi nasıl mümkün olacaktır?
Bu itirazlar geçerlidir ve Dr. Wolberg’in fikrine göre hipnotik tedavi geleneksel bir tarzda sürdürüldüğü sürece hasta ne kendisini otoriteden kurtarabilecek, ne de karakter yapısında büyük bir değişiklik elde edebilecektir. Kişiliğin gelişmesi ve bağımsız, tuttuğunu koparan bir birey olabilme yeteneği hastanın kendi problemleri üzerinde bizzat kendi kaynakları ve güçlükleriyle çalışabildiği bir tedavi yaşantısının elde edilmesiyle mümkün olacaktır. Bu nedenle hipnotik seansın oluşturulması artık hastanın kendisini pasif bir duruma koymadığı ve kendisini ruh sağlığına doğru yönlendiren omnipoten hipnotistin telkinlerini beklemediği bir noktaya modifiye edilmelidir. Tam bir kişilik rehabilitasyonun söz konusu olduğu tedavideki kesin amacın elde edilebilmesi, hastanın terapistin yönlendirmelerine ve telkinlerine bağlanabileceği bilgisinin terk edilmesine bağlıdır. Aksi halde tedavide başarısızlıklar kaçınılmaz olacaktır.
Hipnozun geleneksel anlamda kullanılmasının çocuk ebebeyn ilişkisini yeniden canlandırması ve hastanın kişiliğinin gelişmesini engellemesi hem hipnoz oluşturmak için uygulanan teknikleri, hemde hipnoz sırasında uygulanan teknikleri değiştirmeyi zorunlu kılar. Olağan yöntemde hasta hipnozun oluşması sırasında kendisine yöneltilen telkinlere yanıt verir. Gittikçe daha uykulu bir hale gelir ve sonunda bir trans durumuna girer. Daha sonra kendisine yapılan telkinlere hem kendi serbest iradesiyle böyle yapmak istediği için, hem de bu telkinlere direnmede kendisini güçsüz bir kişinin gücü altına koyar ve kendisinden rıza göstermesi beklendiği için buna rıza gösterir.
Hastayı bu beklentiden kurtarmak için hipnoz oluşturma yönteminde yapılacak temel değişiklikler birkaç türlü olabilir. Metodlardan birisi telkinlerin hastanın kendisinin de hipnoz oluşması projesine aktif katıldığını hissetmesini sağlayacak şekilde verilmesidir. El kalkması yöntemi bu hususta en büyük yardımı yapacaktır ve başka türlü olduğunda başarısızlıkla sonlanacak birçok durumda başarıyı sağlıyacaktır. Dahası, hastayı bu konuda kendisinin de aktif katılımı olduğunu farz edebileceği bir yönde hazırlamış olmasıdır. Hasta transa girme tekniğini öğrendikçe bu işi için yönlendirme hastaya transfer edilebilir. Hastaya eğer çok arzu ediyor ise kendisine belirli bir emrin verilmesiyle kendiliğinden transa girebileceği ve bazı testleri kendi çabası ile kendi kendisine telkinler vererek elde edebileceği söylenir. Hasta kendi kendine düş görme, otomatik yazı yazma veya bir emir üzerine kendisine yapılan post hipnotik telkinleri yerine getirme testlerini gerçekleştirebilir. Bunun sonucunda hasta eylemleri kendi kendisine yerine getirme kapasitesi ve kendi problemlerini çözebilerek ego gelişmesini arttırıcı bir etki kazanır ve daha güçlü bir kişiden yardım isteme gereksiniminde olduğu duygularından kendisini kurtarmaya başlar.
Gerçi terapötik seansın bu şekilde oluşturulması tam bir kişilik rehabilitasyonunun amaçlandığı durumlarda tedavide minimum bir başarısızlığa yol açarsa da, bu tür bir tedaviyi başaramıyacak birçok kişinin olduğu da hatırda tutulmalıdır. Problemleri çok fazla, ego yapıları çok zayıf motivasyonları çok yetersiz olanlar vardır ve bunlar kendilerinden karar vermeleri ve kendi kendilerini yönlendirecekleri bir doğrultuda gelişmeleri istendiğinde kırgınlık gösterirler ve tedavi projesine katılmayı reddederler. Bu durumda daha yetersiz, fakat nevrotik karekter yapısı karşısında semptomatik bir rahatlamayı gerçekleştirebilecek türde bir tedaviye geçilerek tam bir iyileştirme amacını terk etmek gerekir.
Bu türdeki bir tedavide amaç aşağı yukarı destekleyicidir. Egoyu, gerçekleştirilemiyen gereksinimleri alabildiğince sağlıyarak, veya hastaya olabildiğince rahat etmesi için nevrotik defansları ile birlikte yaşayabileceği bu duruma getirecek yönlendirmeleri ve telkinleri vererek olabildiğince stabil bir hale getirmektir.
Buna bir örnek bir yakının ölümüne ya da ayrılığına karşı depresyon ve anksiyete ile yanıt veren, bütün hayatı boyunca bağımlılıkların yardımıyla işlev gören immatür personelitedir ve böyle bir kişi tedaviye bir kollaps durumu içinde gelir. Bu koşullarda hipnozu yapan terapist hastanın bugüne kadar bağlanmış bulunduğu bireyin yerine geçen bir otorite rolünü oynadığını farz eder, Hasta ile umutsuzca nevrotik tipte bir ilişkiye girer ve bu ilişkide hastanın gerçekleşmesini istediği gereksinimlerini sağlar. Bu durumda anksiyete, gerilim ve diğer semptomlar yok olmak zorundadır. Semptomatik rahatlamaya karşın, temelde hastanın tedavi öncesindeki aynı nevrotik kişi olduğunu hatırda tutmak önemlidir. Burada hasta yalnızca nevrotik gereksinimlerini doyurduğu yeni bir ilişki içine germiştir. Eğer tedavide amaç semptomların rahatlatılması veya anksiyetenin yok edilmesi ise bu sonucu tedavide başarı olarak kabul edebiliriz. Bununla birlikte kendimizi başarının kalitesi hakkında aldatmamalıyız çünkü burada birey gerçekte temel problemlerini çözmemiştir.
Yalnızca otoriteryen yaklaşıma duyarlı olan bazı bireylerde vardır. Burada otoritatif emirlerle semptomların terk edilmesi, anksiyetenin yok olmaya zorlanması veya yaşama karşı tavırlarının değiştirilmesine ikna ile hipnozun geleneksel kullanımı semptom rahatlatması biçiminde bir başarıya yol açabilir.
Hipnotik seansın aşırı otoriteryen bir biçimde yönetilmesi ile birçok başarıların elde edildiği bildirilmiştir. Burada Dr. Wolberg gene iki hastasını örnek olarak vermektedir. Bunlardan birisi yıllardan beri tedavi edilemeyen histerik afonisi olan bir hastadır ve sürekli olarak konuşmaya zorlandığı birkaç oturumdan sonra birden bire konuşmaya başlamıştır. Aynı hasta beş yıl boyunca bir daha histerik afoni geliştirmemiştir. Diğer vaka ise bir alkolik hastadır ve koşullandırma tedavisi, şok tedavisi ve psikoterapi ile içki içmekten vaz geçmiştir ve hemen hemen iki yıl boyuncada içmeden kalabilmiştir.
Bununla birlikte birçok olguda hastaya semptomlarını terk etmesi konusunda yapılan otoritatif emirler tam bir başarısızlıkla sonlanacaktır. Direk ataklar yerine semptomların aldatmaca yolu ile ortadan kaldırılabileceği bir değişik teknik bazen başarılı olabilir. Burada Dr. Wolberg gene bir hastasını nakletmektedir. Bu hasta hayatını trompet çalarak kazanan bir kişidir ve son zamanlarda ne zaman trampeti ağzına götürse çene kaslarında spazm oluşmaktadır ve bu durumu iki yıldan beri sürmektedir. Kişi evde yemek yerken ağzına bir çatal kaşığı götürdüğü zaman da çene kentlenmesi gene ortaya çıkamaktadır. Hastanın semptomunun sembolik doğası aşikar görünmektedir. Fakat hastanın bu konuda, kesinlikle bir iç görüsü yoktur ve ne anlamı konusunda bir şey bilmektedir ne de doğasının doktor tarafından görülmesini istemektedir. Roschach Testi rijit karakterolojik defanslar ile aşırı bir şekilde kısıtlanmış bir kişilik ve manifest ego zayıflığını işaret etmiştir. Hasta üç hafta içinde tedavi olmayı arzu etmektedir. Çünkü bir yerde çalışmak için bir kontrat yapmıştır ve hayatını kazanabilmesi için çalışması zorunludur.
Derin hipnoz altında hastanın trompetini çalması konusunda yapılan girişim boşta kalmıştır ve bunun üzerine Dr. Wolberg hastaya ne zaman trompetini çalacak olur ise çene kaslarının spazmı yerine sol ayağında bir spazm olacağını telkin etmiştir. Amaç spazmı sembolik değerleri ile birlikte daha az kapasitesi olan bir vücut bölümüne transfer etmektir. Bu aldatmadan sonra hasta trompetini çalabilmiştir ve trompetini çalarken de uyanmıştır. Hasta uyanır uyanmaz sandelyeden sevinç içinde fırlamış fakat sol ayağında bir kramp olduğunu görmüştür. Bununla birlikte konuşmaya başladıktan sonra kramp kaybolmuştur. Hasta coşkulu bir şekilde trompetini ağzına götürmüştür fakat bu sırada sol bacağında gene bir kramp olmuştur. Krampın canını sıktığını söylemiş fakat kendisini çalmaktan ala koymadığınada sevinmiştir. Hasta orada kaldığı süre içinde bu koşulla refleks güçlendirilmiştir ve daha sonra da hasta çalışmasını bu şekilde sürdürmüştür.
Yetersiz motivasyonu veya şüphesi ego gücü olan birey – lerden tam bir kişilik rehabilitasyonu amacını elde etmesi beklenemez. Burada hastanın mevcut kaynaklarının tam kapasite ile kullanımı sağlanarak hastanın mevcut olan nevrozuna uyum yapması ve hastalığa yatkınlıkların en az düzeye indirilmesi beklenilebilecek herşeydir. Hipnoz zayıf olan egonun mevcut basınç ile baş etmede yürüklendirilmesinde yardımcı olabilir. Bununla birlikte hastalıkta yinelenmeler beklenmelidir çünkü hasta bu tip bir tedavi yardımıyla yaşamın stressleri ile matür ve realistik bir biçimde baş etmesine izin verecek boyutta bir yeterliliği elde etmemiştir. İşte bu nedenle semptomları yok etme veya bireyin tavırlarını değiştirmeye iknada aracı olarak kullanılan hipnoterapi yalnızca geçici başarı sağlamaya mahkumdur. Hipnotist otoriteryen gücü ile kendisini otomatik olarak etkisi altına alan hipnoza tümden güvendiği sürece kendisinin tedavi edici etkinliği hocaların sağladığı tedaviden daha uzun süreli olmayacaktır.
Semptomların doğrudan ya da aldatmaca yolu ile ortadan kaldırılması o semptomun önemi anlaşılmadıkça ve telafi edici bazı olanaklar sağlanmadıkça genellikle tavsiye edilmez. Elimizde semptomun ortadan kaldırılmasından başka kullanabileceğimiz bir tedavinin olmadığı durumlarda, hastaya o semptomu ile sembolik olarak benzer önemi olan ve kendisini kaldırılacak olan semptomdan daha az enkapsite edecek olan bir miktar telafi edici bir diğer semptom verilmesidir. Örneğin bir hastada bir kol paralizisi ortaya çıkmışsa ve bu paralizi ebeveynlerine karşı düşmanca tavırları olan ve kendisini onları öldürme impulslarından alıkoymak amacı ile enkapasite hale getirmiş olan bir hastada paraliziyi artadan kaldırma girişimleri çok yoğun bir anlaşılmışsa hastaya tüm konunun yerine bir küçük parmağının paralize olması telkin edilerek ve bu aldatmaca hastaya kabul ettirilerek anksiyete belki önlenebilir. Dr.Wolberg otoritatif telkinlerle semptomunun ortadan kaldırılması sonucu yoğun anksiyete durumlarına girmiş birçok hasta ve bir keresindede psikotik duruma girmiş ve hastası olduğunu bildirmektedir.
Bu sınırlarına karşın telkin edici hipnozun tedavi edici sahada bir yeri vardır. Her zaman amacın kısmi olduğunu kabul etmek ve hastanın kapasitelerinin tümü ile işlev görmesini beklemek temeldir. Yapılması gereken şey hastanın uygun motivasyonlar elde etmesinde olası bütün girişimleri yaparak rehberlik etmek daha akılcı bir tedaviyi kabul edebilmesi için egosunu daha stabil bir duruma yükseltmektir.